YOU, MY DEVIL
SEN BENİM ŞEYTANIMSIN BÖLÜM-66
Nike'a dönüş yolculuğu, altı ay önce ki Nike'tan ayrılıştan
çok daha kolaydı. Takip eden görevlilerin ve askerlerin sayısı eskisinden iki
kat fazlaydı. Yuri'nin amacı beklenmedik bir taht savaşına hazırlıklı olmak ve
çöldeki yolculuğu kolaylaştırmaktı.
"Böyle geç kalırsak sorun olmaz mı?"
Yemekte Heina, Yuri'ye aniden sordu. Geniş masada
Constance'tan getirilen çeşitli taze meyveler sunulmuştu. Altın rengine dönen
altıngülü meyvesi, buranın çölün ortasında mı yoksa Lucina Kalesi'nin içinde mi
olduğunu şaşırtmaya yeterdi.
"Yavaş gidiyormuşuz gibi mi geldi?"
Küçük bir bıçakla keçinin kaburga etini kolayca kesti ve
önemsiz olmayan bir ifadeyle Yuri'ye sordu.
"Öyleyse değil mi?"
"Aslında haklısın, yavaş gidiyoruz."
Kestiği büyük et parçası önündeki tabağa düştü.
"Neden?"
Heina anlamadığını ifade etti. O kadar çok özlediği
Granada'ya dönüyordu ama acelesi olmaması tuhaftı. Yuri ona gelişigüzel bir
şekilde baktı ve cevap verdi.
"Daha önce olduğu gibi seni susuzluktan bitap düşmüş
bir şekilde görürsem sinirleneceğimi düşündüm."
Sonunda Heina, çöl iklimine alışık olmadığı için kasıtlı
olarak yavaş gittiği söylemişti. Heina ne diyeceğini bilemediği için çenesini
kapalı tuttu.
"Yemiyor musun?"
Yuri çenesiyle tabağını işaret etti. Heina sessizce küçük
bir et parçasını bıçakla kesti, ağzına aldı ve yavaşça çiğnedi. Yuri
kaburgalarından payına düşeni elleriyle parçaladı ve dikkatle ve ona bakarak
dişleriyle parçaladı. Ara sıra meyve şarabıyla susuzluğunu giderse de
bakışlarını ondan ayıramıyor gibiydi.
“Bakmayı kes. Bir şey mi var yüzümde?"
 Heina, onun dik dik
bakan gözlerinden utanmış gibi hissederek boğazını temizledi .
"Bilerek mi böyle yiyorsun?"
"Ne?"
Ne diyeceğini bilemeyerek, gözlerini ona kaldırdı.
"Bunu uzun zamandır düşünyorum aslında, ne zaman bir
şey yesen, küçük dudakların öyle kışkırtıcı bir şekilde seğiriyor ki, onları
sertçe ısırmak istiyorum."
“… Bana yememi mi, yemememi mi söylüyorsun ?”
Uzanıp kızın bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı.
Heina nazik dokunuş karşısında tereddüt etti, sonra bıçağı tekrar hareket
ettirdi ve bir parça et kesti.
"Bıçağım var."
Yuri, kısık ama bu net sese güldü.
"Bıçaklamak istiyorsan, yap. Eğer tereddüt edersen ben
kullanırım bıçağını."
Sonunda bıçağı tabağa koydu. O kadar gergindi ki yemek
yiyemedi.
 Yuri, Heina'nın uzun
saçlarını okşarken hafifçe boğuk bir ses çıkardı.
"Sadece ye. Benim tarafımdan yenilmek
istemiyorsan."
"Bir hayvan gibi davranman, gerçekten tutarlı."
"Evet tutarlıyım çünkü sen de her zaman ki gibi kaba
davranıyorsun."
Heina, Yuri'nin cevabı karşısında suskun kaldı. Her zamanki
gibi ona kaba davrandı ama son zamanlarda bu durum biraz garipleşmişti. Yere
koyduğu bıçağı alarak eti küçük dilimler haline getirdi .
Mesela şuydu ki Yuri'nin, onun eti daha kolay yemesi için
küçük parçalara ayırmasına alışkın değildi. Bir yıl önce hayal bile
edilemeyecek bir sahneydi . Onu o bıçakla tehdit ederken hele ki.
Bir parça eti bıçağın ucuna saplayıp ağzına doğru uzattı.
"Acele et."
"Yemezsem, gözlerin o bıçağı bana saplayacak gibi
bakıyor."
"Senin için çiğneyip ağzına vermemi ister misin ?"
Onu kışkırtmak için sarf ettiği sözlere rağmen Yuri sadece
gülümsedi ve yumuşakca karşılık verdi. Heina'nın bıçağın ucunda ki et parçasını
dişleriyle cahilce bıçaktan çıkarıp dikkatlice çiğnemekten başka seçeneği
yoktu. Yuri bunu görünce sırıttı ve bıçağın üzerinde kalan suyu uzun diliyle
yavaşça yaladı.
"Ah, tadı güzel, her zaman ki gibi.
Normalde Heina'ya ürkütücü gelirdi bu durum ama onun yüzü bu
defa tuhaf bir şekilde kızardı.
"Neden yanakların olgun bir elma gibi kırmızı?"
Yuri ifadesini değiştirmedi ve yüzünü yaklaştırdı.
"Sözlerim seni heyecanlandırıyor mu?"
O gece, kalbi karşılığında Constance'ı özerk bir ülke olarak
tanımaları, gibi riskli bir teklifte bulunduğu günün ardından, Yuri onu ısrarla
taciz etti. Onunla birlikteyken aniden utanç verici sorular sordu ve sık sık
gülümsedi.
“… Çünkü içerisi biraz sıcak. Sakın yanılma, seninle ilgisi
yok.”
Çöl gecesi, Constance'ın kışıyla kıyaslanacak kadar soğuktu.
Çadırın etrafında kaç düzine şenlik ateşi yakılırsa yakılsın, bu sözler mevcut
duruma uymuyordu.
"Haklısın. Biraz sıcak.”
Yuri başını salladı ve hemen giydiği cübbenin omzundaki
düğümü çözdü. Yumuşak kumaş, beline düştüğünde gıcırdayan bir ses çıkararak
güçlü kaslı gövdesini ortaya çıkardı. Her yerde bıçak kesiklerinden kalma yara
izleri vardı . Heina uzun bıçak izlerine baktı. Zamanla solmuş izler vardı ve
bir süredir yapılmamış gibi görünen izler de oraya buraya yerleşmişlerdi. Yuri
elini çenesine yasladı ve kısılmış gözlerle ona baktı.
“… Dokunmak ister misin?”
"Ah hayır, sorun değil."
Onu ciddi bir ifadeyle izleyen Heina şok içinde başını
salladı ve Yuri hafifçe gülümsedi.
"Vücuduma aralıksız baktığın için bana dokunmak
istediğini sandım."
"Sadece kaç dövüş sonucunda vücudunun bu kadar çok
yarayla kaplandığını merak ettim."
“Yaklaşık 5 yıl ara vermeden savaşa gittiğinde ve 50'den
fazla kritik ölüm anı yaşadığında böyle oluyor.”
Umursamaz bir yüzle cevap verdi. Heina sormadan önce bir an
tereddüt etti.
“… Böyle yaşamak yorucu ve zor değil mi?”
Yuri bir kadeh şarap kaldırdı. Bir yudum aldığımda kırmızı
bardağın yarısı hemen boşalmıştı.
"Bunun sayesinde Constance'ı fethettim ve sana sahip
oldum, yani pek de kötü sayılmaz."
Ona bakan koyu gri gözlerde heyecan parladı. Dili ağzında
alkolün kaldığı köşelerde gezinirken, yüzünde anlamlı bir ifade belirmeye
başlamıştı.
" Ama hâlâ bir sorun var çünkü daha fazlasını
istiyorum."
Heina'nın sıkılı yumruklarından soğuk terler boşandı.
İştahını çoktan kaybetmişti.
"Constance'ın özerk bir ülke olmasına izin verin. O
zaman sana kalbimi vereceğim .”
Heina o günden sonra bir daha bu tekliften hiç bahsetmedi.
Ona onu seveceğinii söylediğinde Yuri'nin tepkisi çok yoğundu ve onu tekrar
görmekten korkuyordu .
“Savaşsız yaşamanın yolları var. Hayvanlar aynı bölgede, bir
arada yaşama denen bir şey yaparlar. İnsanların bunu yapamaması için hiçbir
sebep yok.”
" Beni şimdi ikna edebilir misin?"
Yuri alçak sesle sordu. 
Kızgın görünmüyordu. Sadece gözleri daha da koyulmuştu.
Heina ona cevap vermekte tereddüt ederken onu dikkatle izledi ve sonunda ayağa
kalktı. Belinden sarkan cübbe ayaklarından aşağı düştü.
“… Ne yapıyorsun?"
"Sana sadece bakmak bile beni gerçekten
ateşliyor."
Yarı çıplak bir şekilde ona yaklaştı ve sırt desteği olmayan
bir sandalyede oturan Heina'nın arkasında durdu. Sonra, elbisenin boynundan
beline kadar uzanan düzinelerce düğmeyi birer birer açmaya başladı.
Heina şaşkınlıkla başını çevirdiğinde gözleri onunkilerle
buluştu. Şehvetli gözler ona bakarken tehlikeli bir şekilde kısıldı. Nefesin
tatlı kokusu hafifçe burnunun ucuna dokundu.
Başka bir düğme daha açıldı. Büyük bir el onun yuvarlak,
ince omuzlarını nazikçe sardı ve onları okşadı. Biraz boğuk bir ses çıktı.
"Ne istediğini biliyorum."
Ellerinin saçına dokunuşuna bile tepki verdiğini hissettiği
için dudaklarını ısırdı ve boynunu hafifçe döndürdü. Yuri dudaklarını onun
hassas tenine bastırdı. Hafifçe ısırıyormuş gibi devam eden öpücük sonunda
ondan hafif bir inilti yayıldı.
"Sanırım aklımı kaybediyorum. O gece söylediğin sözler,
bana bakarkenki ifaden, hatta gözlerin...”
Sırtının ortasına kadar, iliklenmiş olan elbisesini iki
eliyle açtı ve ona arkadan sarıldı. Sivri çenesi köprücük kemiğine dayalıydı ve
iri elleri onun yumuşak göğüslerini kavramıştı. Yuri'nin nefesi daha da ısındı.
“Sen benimsin… . Zaten benimsin, ama daha fazlasına sahip
olmak için sabırsızlanıyorum.”
Dudakları boyun çizgisinden yukarı çıktı ve kulağını
gıdıkladı. Heina masanın üzerindeki eliyle 
tutacak yer bulamayınca yumruğunu sıktı.
“Çılgınca nasıl daha fazlasına sahip olabileceğimi anlamaya
çalışıyorum zaten. Bu yüzden kafamı karıştırmana ve beni sinirlendirmene gerek
yok.”
Heina'nın uzun kirpikleri ince ince titredi. Kulak memesini
yaladı ve dişleriyle memeyi kemirdi, sonra dudaklarını yanağına götürdü.
Heina'nın kalbi yüksek sesle güm güm atıyordu.
"Çünkü ben de merak ediyorum."
Yuri başparmağını onun çıplak teninde gezdirirken, kulağında
boğuk bir ses yankılandı.
"Sana sahip olmak için ne kadar ileri
gidebilirim?"
Kalbi giderek daha da hızlanıyordu. Heina Yuri'nin
yapacaklarından payına düşeni almak için çabaladı. Daha önce hiç bu kadar aç
hissetmemişti ama şimdi... Sakinleştirmezse patlayacakmış gibi atan bu kalbi
sakinleştiremeyeceğini hissetti.
“… … ”
Yuri ona bir bardak uzattı. Titreyen elleriyle kırmızı
şaraptan bir yudum aldı. Eksikti. Vücudu alkolden daha güçlü bir şey istiyordu.
Heina , onun dudaklarını bulmak için başını çevirdi . Yuri tereddüt etmeden
yüzünü derin bir şekilde ona gömdü. Heina'nın gözleri kapanmadan hemen önce
gözbebekleri biraz daha tehlikeli bir ışıkla lekelendi ve birden başı döndü.
Elindeki bardak masaya düştü. Öpücük tatlı ve güçlüydü.
Yuri'nin kırmızı dudaklarının tadı onunki gibiydi. Yuri, güçlü ve sert bir el
ile onu arkadan tuttu ve kaldırdı. Dudaklarına çılgınca göz dikerken, nefesi
kesildi ve boğuk bir ses çıkardı.
"Söyle... O zaman ki gibi.”
Heina, şu anda ne istediğini herkesten daha iyi biliyordu
ama onu kışkırtmaktan korkuyordu.
Cevap vermek yerine başını çevirdiği esnada gövdesi masanın
üzerine yapıştırıldı. Yuri, vücudunun üst kısmını onun sırtına koydu. Heina ona
dokunan teninden kalbinin atışını hissedebiliyordu. Kulağına sıcak bir şekilde
fısıldadı.
"Çok tehlikeli bir kart çektin, Heina."
Masanın üzerine yayılmış tabaklar bir anda kenara itildi.
Bardak devrildi ve masaya kırmızı şarap damladı.
"Ayrıca seni ne kadar istediğim hakkında hiçbir fikrin
yok... ”
İçine girmeye başladığını hisseden Heina inledi. Yuri acılı
bir sesle devam etti.
"Hepsini bana vereceğini söylemiştin. Bana kalbini
vereceğini söyle.”
Dayanamadı. Onun kalbine sahip olmak için sabırsızlanıyordu.
Sadece imparator pozisyonu için yarışan biri için kesinlikle tehlikeli bir
zehirdi. Onu bir anda alıp götürebilecek güçlü bir fırtınaydı. Camille'in
korktuğu şey bu olmalıydı.
"Çıldırıyorum... ”
Yuri inledi ve onu kabul etmeye çabalarken Heina'nın ince
beline kollarıyla arkadan sarıldı. Ayağa kalkarken nefesini tuttu ve Heina'nın
gövdesini kaldırdı. Onu bir hayvan gibi tatmin ederken, elleriyle de yasak
bölgeyi uyararak onu ağlattı. Onun hareketlerine karşı sallanırken inlemesi
kulağa bir şarkı gibi geliyordu.
"Bu arzudan deliriyorum."
Yuri zihnin söylendiği gibi kolayca değiştirilebilecek bir
şey olmadığını biliyordu. Yine de inanmak istedi. Bu duygu onu o kadar kendinden
geçirmişti ki, eğer imparator olursa ve Constance'ı özerk bir ülke olarak
tanırsa, ona kalbini vereceğini söyleyen aptalca sese inanma isteği uyandırdı .
Dengesini sağlamak için güçlükle tutunduğu masa, o her
hareket ettiğinde güçlü bir şekilde sallanıyordu. Tabaklar yere düştü ve
halının üzerini kirletti. Beyaz, güzel kalçaları Yuri'nin sert göbeğine sert
bir şekilde çarptı ve onu tamamen kırmızıya çevirdi.
“…Siktir… ”
Şimdi bile o kadar güzeldi ki.. Tüm vücudundaki kan resmen
kaynıyordu, ona aşkını fısıldasa nasıl hissederdi? Adını fısıldayan  onu sevdiğini söyleyen Heina'yı düşündüğü an
tüm vücudu kasıldı ve titredi.
Yuri başını çevirip onu güçlü bir şekilde öperken gözlerini
kapattı. Doruk anında göğsüne çöken acılı zevk, kalbinden tüm vücuduna yayıldı.
* * *
"Bana ne olduğunu ayrıntılı olarak anlat."
Nike'ın ten rengi her zamanki gibiydi fakat Pesis'e bakarken
gözlerinde tarif edilemez sayısız duygu dönüp duruyordu.
"Majesteleri İmparator'a söylediğim gibi."
Pesis imparatora kanlar içinde ve ezilmiş bir yüzle baktı.
Pesis'in boynunda net ip izleri vardı.
"Camille seni öldürmeye mi çalıştı... ?”
Nike hala inanamayarak Pesis'e baktı. Pesis sakindi.
"Nefsi müdafaa olsa da, Camille'in ölümüne yol açtığımı
inkar edecek yüreğim yok."
"Bundan başka… Hiçbir yolun yok muydu ?
Kırışık gözlerindeki keskin gözbebekleri şokla titriyordu.
Pesis sakince yanıtladı.
"Aksi takdirde onun ipiyle boğulacaktım."
Nike'ın alnında derin bir kırışıklık oluştu. Nadine'in ruhu
henüz çölü bile terk etmemişken başrahip Camille, Pesis'in elinde öldü.
Bir gün prensler arasında bir savaş çıkacağını biliyordu.
Ancak arka arkaya iki oğlunu kaybetmenin şoku hayal edebileceğinden daha
büyüktü.
"Demek öyle… ”
Yüksek bir öksürük patlak verdi. Bir havluyla örtmeye
çalıştı ama kan bezi ıslattı. Pesis, imparatorun acı verici derecede ürpertici
figürüne boş gözlerle baktı. Bir yılı aşkın bir süredir küçük dozlarda zehir
içirdiği Nike, sınırına ulaşmış gibiydi.
"Beni halefiniz olarak seçmiş olsaydınız, sizi rahat
bir şekilde gönderirdim."
Nike'ı yavaş yavaş zehirlemeyi ve bakanlarının desteğini
alarak tahta çıkmayı planladı ama planını bozan yine Nike'den başkası olmadı.
İmparatoriçeyi zindana atmakla kalmadı, şüpheli ölümünü de sakladı.
Camille, ölümünden hemen önce tuhaf sözler söyledikten
sonra, Pesis, İmparatoriçe'nin ölümünü, İmparatorun planladığına inanmaya
başladı. Tüm bunlar yanında duran ve hayallerini cesaretlendiren Arzen
sayesinde oldu.
"Yakında seni cehenneme göndereceğim, bu yüzden lütfen
biraz bekle."
Pesis, acı içindeki babasından, soğuk bir küçümseme sakladı.
“… Ne kadar meşru müdafaa olursa olsun, baş rahibin ölümü
önemsiz bir mesele değildir."
 Nike zar zor
öksürmeyi bıraktı ve ağzını açtı. Dişsiz bir canavar gibiydi ama o hala aynı
ivmeye sahip olan imparatordu. Onun şok olmuş ifadesini görmek tahmin ettiği
kadar keyifliydi. Pesis, imparatorun sesindeki hafif titremeyi dinledi ve
sessizce başını salladı.
"Cezayı sağduyuyla karşılayacağım."
İmparatorun platformunun altında diz çökmüş olan Pesis'in
arkasından sessiz bir mırıltı yükseldi. Arka arkaya endişeli ifadelerle
bakanlar birbiriyle bakıştılar.
İlk prens öldü ve sonra ilk prensi öldürdüğünden
şüphelenilen Baş Rahip öldü. Pesis, sorgulama sırasında bunun bir kaza olduğunu
açıkladı, ancak şok geçiren imparator bunu doğru değerlendiremedi.
"Hmm… ”
İmparatorun dudaklarından acı bir iç çekiş kaçtı. Bakışları
masanın tam önünde duran büyük bıçağa çevrilirken bakanlardan biri diz çöküp
bağırdı.
"Daha fazla prens kaybedilemez Nike!"
 Fikrini imparatora
sunmak için ölümünü riske atsa da sözlerinde yanlış bir şey yoktu. Ülkenin iki
prensi çoktan kaybedilmişti. İmparatorun sağlığı bozulur ve aniden kaybedilirse
Nike'a ne olur?
“İkinci şehzadenin tövbesini, üçüncü şehzadenin cenazesinden
sonraya ertelemeyi doğru buluyoruz. İnsanlar arasında kargaşaya neden
olabilir.”
Diğer bakanların hepsi yere diz çöktü ve başlarını Nike'a
doğru eğdiler.
"Ah, bu ne güzel bir manzara."
Pesis dağınık saçlarının arasında şüpheli bir kahkaha
sakladı. Yıllar boyunca imparatorluk sarayındaki bakanlara verdiği rüşvet ve
çabalar sonunda meyvesini veriyordu. Annesini kaybetmesi ve Nadine tarafından
açıkça alay edilmesi de, imparatorluk sarayında ona olan sempatinin artmasına yardımcı
oldu .
Pes.
İmparator ölmekte olan bir sesle adını seslendi. Pesis,
kalpsiz babasıyla yüzleşmek için gözlerini kaldırdı. Nike ona üzgün bir yüzle
baktı ve yüzündeki ifade, her şeyi bildiğini haykırır gibiydi. Nadine'in
ölümüne azmettiren ve Camille'i kasten öldüren kişi olduğu gerçeği.
Pesis , imparatorun bakışlarını gözünü kırpmadan karşıladı.
Gözlerinden hafif bir gülümseme geçti.
"Benimle uğraşmak istesen bile, hiçbir yolun yok."
İmparatorun onu öldürmesinin geçerli hiçbir gerekçesi yoktu.
İmparatorluk ailesinde bir kez daha kan görmek riskli bir seçimdi. Bakanlar da
buna şiddetle itiraz edecekti.
"Şimdi, sana teslim olmanı söylüyorum."
Pesis'in lacivert bakışları imparatora ağır ağır baktı. Nike
derin bir iç çekti ve nefesini kontrol etti.
Oğlunun gözlerini dolduran şey, uzun zaman önce sahip olduğu
bir güç çılgınlığıydı. Nike bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu.
Pesis'in bıçağının yöneldiği bir sonraki hedef ise kendisi olacaktı,
farkındaydı.
"Konuş Nike."
Ülke uğruna kendi kanını bile öldürebileceğini prenslerin
önünde ilan eden Nike'dı .
Bu durumda Pesis'in çılgın davranışından kendisinden başka
kimse sorumlu tutulamazdı. İmparatorun şakakları korkunç bir acıyla
zonkluyordu.
"Baş rahip, Nike'ı koruyan Tanrı'nın sözcüsü ve
Tanrı'nın isteğini imparatora iletecek en yakın konum."
"Biliyorum."
"Eğer onu kör ederek mükemmel bir rahip yapan babamın
derin iradesiyse ..."
Pesis küçümsemesini saklamaya çalıştı ama ağzının kenarı
hafifçe yukarı kalktı, imparatorun gözlerinden kaçamadı. Pişman olmak yerine bu
anın tadını çıkarıyor gibi görünen ona bakan Nike, başka yol olmadığını
seziyordu.
Oğlu zaten güç tarafından kör edilmişti. Neyin önemli
olduğunu bilmediğiniz an, zorla elde ettiğiniz güç kaybolur. Bu, Nike'ın
sonunun yakın olduğu anlamına geliyordu.
"Bakanların dediği gibi yapacağım. Camille'in töreni
bitene kadar Pesis'i zindanda tutun. Onun durumunun değerlendirilmesi, cenaze
bittikten sonra yapılacaktır.”
Zindan kelimesini duyunca, bakanlar usulca mırıldandılar.
Henüz bir ceza verilmemişken prensi bir zindana hapsetmek, suçunu kabul etmekle
aynı şeydi. Sadece Pesis sessizce başını eğdi.
"Nike'ın isteklerini alçakgönüllülükle kabul
edeceğim."
Başını eğdiğinde Pesis'in yüzüne küçük bir gülümseme
yayıldı.
"Her şey benim isteğime göre."
Pesis yüksek sesle güldü ve bağırmamak için kendini zor
tuttu. İmparatoriçe'ye hakaret eden Nadine, ölüler diyarına giden yoldaydı.
Camille, bu yolculukta Nadine yalnız olmasın diye yeraltı
dünyasına refakatçi olarak gönderildi.
Her şey planına göre gidiyordu. Nike, Pesis zindanda
hapsedilirken, Constance'lı bir astrolog tarafından öldürülecektir .
" “Bakanların gözlerine bakıp da oracıkta boğazımı
kesemez ams ya Nike, Baş Rahibi öldürdüğüm için beni hapse atarsa?"
"Oldukça iyi. Nike suikasta kurban giderse, hapsedilen
Pesis suçlamalardan aklanan ilk kişi olacaktır.”
"Fakat imparatora suikast düzenlemek o kadar kolay
değil. Güneş battıktan sonra, yalnızca en yakın kraliyet ailesi Nike'ı ziyaret
edebilir ve yatak odasının içinde ve dışında 24 saat görevli muhafızlar yaşlı
aslanın etrafını sarar."
"Bir fikrim var." "
Constance'ın astrologu, aptal Camille ile kıyaslanamayacak
kadar zekiydi.
Pesis'in yapması gereken tek şey, yüzünde hüzünlü bir
ifadeyle babasının son yolculuğuna çıkmasını izlemek ve bakanların desteğiyle
imparator konumuna yükselmekti. Daha sonrasında, Yuri Constance'daki kız ile
birlikte ihanet planlamakla suçlanacak ve başı kesilip halka açık bir meydana
asılacak.
Gerçekten de her şeyiyle mükemmel bir plandı...

Yorumlar
Yorum Gönder